Ekonomizm: Klasik İktisat
Klasik İktisat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Klasik İktisat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18.04.2014

Adam Smith

İskoçyalı ekonomist ve filozof olan Adam Smith, Glasgow ve Oxford Üniversitelerinde öğrenim görmüş ve daha sonra Glasgow Üniversitesi’nde ahlak felsefesi profesörü olmuştur. Çok geniş sahaya yayılan çeşitli yazıları vardır. Ekonomi, bunlar arasında en önemlisidir.
Ekonomi örgütü hakkındaki görüşlerini etkileyen, doğal hukuka ilişkin inancıdır. Doğal olaylarda bir düzen mevcuttur; bunu gözlem ve ahlâk hissi ile tespit etmek mümkündür. Sosyal örgüt ve pozitif hukuk, bu düzene karşı çıkacağına, ona uymalıdır.
Smith’in 1776 yılında yayınladığı "Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations" adlı kitabı, üretim ve gelir dağılımı teorisini içermekte ve bu prensiplerin ışığında geçmişi değerlendirmektedir. Politika uygulamalarına da yer verdiği bu kitapta üzerinde önemle durduğu konu ekonomik büyümedir.
Büyümenin itici gücünü, işbölümü oluşturmaktadır. İşbölümü, üretim artışına, teknik ilerlemeye ve sermaye birikimine yol açmaktadır. İşbölümü, mübadele gerektirmekte ve piyasanın büyüklüğü tarafından sınırlanmaktadır. Her insan başkalarının elindeki malları arzu ettiği, çıkarlarına göre hareket ettiği için mübadele meydana gelmektedir. Büyümeyi sağlayan diğer bir unsur sermaye birikimidir. Büyümenin başarılı olması için toplumsal, kurumsal ve hukuksal çerçevenin doğru yapıda olması gerekmektedir.

Tek Vergi Sistemi

On Yedinci ve On Sekizinci Yüzyıla kadar gerilere giden fakat günümüzde önemini kaybetmiş olan bir vergicilik cereyanıdır. Bu cereyanın ana fikri, ekonomilerde bütün vergilerin kaldırılıp, kamu varidatının tek bir vergiden sağlanmasıdır. Bu fikir bazan ekonomik düzenin tabiî sonucu olarak, bazan çok verginin tatbikat zorlukları gibi pratik nedenlerle savunulmuştur.
Bilimsel bir açıdan ekonomik sistemin bir unsuru ve başlıbaşına bir müessese olarak tek vergi fikrini yaymağa çalışan ekol On Sekizinci Yüzyılda Fizyokratların. Fizyokratlara göre, ekonomide sadece tarımla uğraşan sınıf, müstahsil sınıftır. Sosyal sınıflara paralel olarak, ekonomideki bütün diğer faaliyetler dışında, değer yaratan faaliyeti sadece tarımdır. Buna göre, tarım sektörü dışında her hangi bir faaliyetten alınan vergi in’ikâs sonucunda tarım sektörüne aktarılmış, ancak bu arada bazı idarî ve formel güçlükler çekilmiş olacaktır, öngörülen varidatın sağlanması ve fakat idarî zorlukların ortadan kaldırılması için bütün vergilerin kaldırılıp, sadece tarım üzerine vergi salınması teklif edilmiştir.

On Dokuzuncu Yüzyılda tek vergi fikri, Almanya’da tek gelir vergisi, Fransa’da ise tek pul vergisi olarak ileri sürülmüştür. Bu arada Fransa’da tek kapital vergisi halinde tek vergi fikri müdafaa edilmiştir.
Yine On Dokuzuncu Yüzyılda Amerika Birleşik Devletlerinde de tek vergi fikrinin savunulduğu görülür. Bu ülkede tek vergi Sherman ve H. George tarafından farklı gayelerle ileri sürülmüştür. Her iki maliyeciye göre de vergi gayri- menkuller üzerine salınmalıdır. Sherman’a göre gayrimenkul üzerine salınan bu vergi in’ikâs yolu ile tüketicilere geçecektir. H. George’a göre ise arsa ve arazi üzerine salınacak bir vergi, hem in’ikâs etmeyerek gayrimenkulün maliki üzerinde kalacak, hem devletin muhtaç olduğu bütün varidatı sağlayabilecektir. George’nin düşüncesine göre böyle bir vergi çok da âdil olacaktır. Çünkü arsa ve arazi gibi gayrimenkuller topluma ait olmalıdır. Hele bunların değerlerinde zamanla meydana gelen artışlar kesin olarak topluma maledil- melidir.
Tek vergi fikri pek taraftar bulamadı ve bir süre bu fikrin savunucusu pek çıkmadı. Ancak son zamanlarda Fransa’da 1950′lerde iki kişinin tek vergi fikrini yeniden ortaya attıkları görülmektedir. Bunlardan Simonian, hammadde üzerinden alınan ilk madde vergisi fikrini^ Schueller ise, enerji üzerinden alınan enerji vergisi fikrini ileri sürmüşlerdir. Ancak bu fikirler de pek ta- taraftar bulmamıştır.
Almancası : AUeinsteuer, Universalsteuer.
Fransızcası : impôt unique.
İngilizcesi ; single tax.

Klasik Ekonomi

KLASİK EKONOMİK DÜŞÜNCENİN DOĞUŞU VE KLASİK OKULUN TEMSİLCİLERİ


XVIII. yüzyılın sonları, gerek İngiltere'nin, gerekse bir kısım Batı ülkelerinin önemli ekonomik ve politik değişmelere sahne olduğu bir çağdır. Bir kere, daha önce yavaş seyreden teknik buluşlarla bunların sanayiye uygulanması, bu yüzyıl sonunda yoğunluk kazanmıştır. Öyle ki, İngiltere'de bu dönemi "Sanayi Devrimi" çağı diye nitelemek olurlu olmuştur. Sanayi devrimiyle beraber, "ekonomik adam" niteliklerini taşıyan, kapitalist-girişimciler ve üretim araçları mülkiyetinden yoksunlaşan bir işçi sınıfı doğmuştur. 
Bundan başka, Fransız İhtilali (1789) Ortaçağ toplumundan kalan kurumları silmiş, "bireycilik ve özgürlük" iktidara gelen burjuvanın sloganı olmuştur. Bu, yeni bir sınıfın politik egemenliği ele geçirmesinin zaferi sayılabilir. İngiliz Kolonisi olan Kuzey Amerika'da bağımsız yeni bir devletin (A.B.D.) doğması, merkantilist kolonizasyonun önemli bir dayanağını kaybettirmiştir. 
Nasıl ticarî kapitalizm, merkantilizmi; Fransa'da tarımın kapitalistleşmesi yolunda bir değişme, Fizyokrasiyi doğurmuşsa; İngiltere'de Sanayi Devrimi de Klasik İktisat Okulu'nu doğurmuştur. 
Klasik Okul'un başlangıcı, Adam Smith'in "Milletlerin Refahı"nın basıldığı 1776 yılı, sonu da John Stuart Mili'in öldüğü 1873 yılı kabul edilirse, öğreti olarak bir asır gibi uzunca bir süre egemenliğini sürdürdüğü görülür. Hepsi de yeni çağın felsefesini yapmaya, "Sanayi Devriminin ekonomik koşulları"nı inceleyip onları bilimsel kurallara bağlamaya çalışmışlardı. Bu yeni düşüncenin en ünlü temsilcisi İskoç asıllı, Glasgow Üniversitesi'nde bir profesör olan Adam Smith'tir. 

ADAM SMİTH 


Liberal Klasik Okulun kurucusudur. Kendisine bilimsel ekonominin kurucusu da denir. 1759 yılında ahlak felsefesini açıkladığı "Ahlâki Duygular Kuramı" adlı yapıtıyla tanınmıştır. 1776 yılında yayınladığı "Milletlerin Refahı" adını taşıyan kitabı, ekonomik düşüncelerin gelişme süreci içinde önemli yeri olan ve ekonominin bilim haline gelmesini sağlayan temel yapıtlardan biri sayılmaktadır. Adam Smith' in, kendisinden sonra gelen ekonomistler üzerinde büyük etkisi vardır.
Yapıtın içindeki konular beşe ayrılır: Üretim ve Değer, İktisadî Gelişmenin   Koşulları   ve   Sonuçları,   Merkantilizm,   Fizyokrasi'nin Eleştirilmesi ve Malî Sorunlara Dair Başlangıç. 


I— Adam Smith'in Öğretisinin Temelleri 

a) Servet 


Daha önce açıklandığı gibi Merkantilistler, ulusun servetini edinilen değerli madenlerin miktarında görürler. Bunun için altın ve gümüşün getirilmesi kolaylaştırılacak, ülkeden çıkması ise yasaklanacaktır. Değerli maden ve para aynı şeydi. Paranın kendisi bir servettir. Fizyokratlar ise servetin net hasıladan ürediği, net hasılanın ise tarıma dayandığı kanısındaydılar. Tarımla uğraşanlar verimli sınıfı oluşturmakta, öteki sınıflar ise kısır sayılmaktaydı. 
Adam Smith, bu görüşleri eleştirdi. Kendisine göre para, servet değil, yalnız değişim aracıdır. Ulusun zenginliği, yaşamak için gereksinme duyulan malların miktarına bağlıdır. Bunların yalnız tarımsal çalışmalarla sağlanabileceğini söyleyen Fizyokratların düşüncelerine katılmaz.
Smith'e göre servetin dayanağı emektir. Nitekim, "Milletlerin Refahı" adlı yapıtına şöyle başlamaktadır: Bir ulusun yıllık emeği, o ulusun yıl içinde, yaşaması için gereken zorunlu maddeleri sağlar. Bu maddeler, ya ilgili ulusun yıllık emeğinin ürünüdür, ya da yıllık emeğinin ürünü karşılığında başka uluslardan satın alınır. İster doğrudan doğruya emeğinden elde edilsin, ister değişim yoluyla öteki uluslardan sağlansın, bütün bu malların tüketicilere göre azlığı ve çokluğudur ki bir ulusun servetini belirler. Başka bir deyişle mallar gereksinmeleri karşılayacak yeterlikte değilse ulus fakirdir, bol ve yeterli ise ulus zengindir.
Servetin asıl nedeni emek olunca, bu emeğin tarım, ticaret ya da endüstri alanında uygulanması bir değişiklik yapmaz. Bunun için fizyokratların verimli, verimsiz diye sınıf ayrımı yapmaları yersizdir. Kaldı ki uluslar arasında görülen servet farkları emek farkından ileri gelmektedir. Uluslar vardır ki zengin topraklar üzerinde yaşarlar, fakat fakirdirler. Buna karşılık verimsiz topraklarda yaşayan birçok ulus zengindir. Aradaki fark, emek farkıdır (çalışmak ya da çalışmamak, emeğini değerlendirmek ya da değerlendirmemek). 


b)İş Bölümü

A. Smith işbölümü sonucunda emeğin veriminin arttırıldığını belirtmektedir. Bu konuda, ünlü toplu iğne üretimi örneğini veren Smith, bir işçinin toplu iğnenin bütününü yapması halinde günde ancak yirmi (20) iğne yapabileceğini, yapım işi parçalara bölünürse 10 kişilik bir işçi grubunun günde 48 bin iğneye kadar çıkabileceğini, bunun da adam başına 4.800 iğne demek olduğunu açıklamaktadır. 
İş bölümü örneği ve sonuçları, toplumda verimli, verimsiz diye sınıf ayrımı yapılmasının anlamsızlığını ortaya koymaktadır. Çünkü iş bölümü üretilen malların değişimine dayanır. Böyle olunca, üretim olayını bir bütün olarak kabul etmek gerekir. Bu bütün içinde yan yana çalışan girişimlerin etkinlikleri değişim yolu ile birbirlerine bağlanmaktadır. Hiç bir sınıf öteki sınıfları kendi başına besleyemeyeceğine ve bütün üretimci girişimler arasında değişim yolu ile bağlantı bulunduğuna göre, toplumda servet ve refahın artması, bilimsel olarak savunulamayan net hasılaya değil, tüketicilerin faydalanabileceği malların miktarına dayanmaktadır. 
Böyle olmakla beraber A. Smith koyduğu ilkelerin sonuçlarını tamamen kavrayamamış ve Fizyokratların etkisinden kurtulamayarak hizmet erbabı ile idarecilerin, askerlerin ve serbest meslek sahiplerinin etkinliklerini verimsiz saymıştır. 


c) Değer 

Servetin kaynağının emek olduğu böylece ortaya konulunca, değer de emeğe dayanacaktır. Smith'e göre emek değerin hem nedeni, hem ölçüsüdür. Değerin iki anlamı vardır. Kullanma değeri, bir malın, kullanana sağladığı faydayı, kullanan için olan önemini ifade eder. Değişim değeri ise, başka malların alış gücünü gösterir 
A. Smith daha çok değişim değeri üzerinde durmaktadır. Görünüşe göre değişim değeri, ilke olarak emekten ileri gelir. Bunun para olarak ifadesi fiyattır. Fiyat ikiye ayrılır: Cari fiyat (piyasadaki fiyattır), doğal fiyat. Doğal fiyatı malın üretiminde harcanan emek belirler. Bu emek, değişim değerinin bir ölçüsüdür. 
A. Smith, değişim değerinin belirlenmesinde güçlüklerle karşılaşır. Üretilen mal için harcanan emekle, o malın emeğe dayanan değerini ölçmek gerekir. Bu konuda, ilkel ülkelerle gelişmiş ülkelerde üretilen mallara harcanan emekle, elde edilen malların değerleri arasında büyük farklar vardır. Gelişmiş ülkelerde ise, üretimde emeğin yanında toprak ve sermaye gibi unsurlar da işe karışır. Böyle olunca, doğal fiyatı üretim giderleri belirler. Bunlar da ücret, kira ve kârdan ibarettir. Cari fiyat (buna pazar fiyatı da denir) arz ve talebe göre oluşur. Bu fiyat, doğal fiyatın üstünde ya da altında olabilir. Bazen ona    eşittir.    Rekabet,    pazar    fiyatını    doğal    fiyata    yaklaştırmak eğilimindedir. Tekelde durum bu değildir. Cari fiyat orada en çok kazanç sağlayacak bir düzeyde saptanmaktadır. 


d)Sermaye 

A. Smith'e göre ekonomik gelişmenin koşulu sermaye birikimidir. Sermaye, birikim sonucu elde edilen likit ve kullanılabilir (hazır) alış gücüdür. Birikim, bir gereksinmenin giderilmesinden vazgeçilmesidir. Birikim, işçiler için zordur. Rant ve temettü sahipleri için daha kolaydır. A. Smith' e göre, birikim olunan para derhal yatırılır. Böylece verimli işlerde kullanılır ve bu yoldan gereksinmelerini karşılamak üzere işçilerin eline geçmiş olur. Yani tüketim azalmaz, türü değişir. Birikim yolu ile toplanan bu sermaye böylece teknik sermayenin doğmasına ve gelişmesine ve arazinin iyileştirilmesine ayrılmış olur. Birikim olmayınca sermaye birikimi olmayacağından üretim artmaz. Ulus da zenginleşemez. 


e) Ekonomik Düzen

A. Smith'e göre, ekonomik kurumlar kendiliklerinden doğarlar. Bunlar hayırlıdır da. Fizyokratlar, daha önce açıklandığı gibi, doğal bir düzenden söz ederler. Adam Smith ise bu düzeni psikolojik bir temele bağlamaktadır: Bu, kişisel çıkardır. İnsanı ekonomik çalışmaya iten bu ilke Hedonistique ilkedir ki, insanı en az çaba ile en çok tatmin aramaya yöneltir. En az çalışmayı bir ilkeymiş gibi sunduğu kanısını uyandırdığı için, bu deyim insanları yanıltabilir. Amaç en az çalışma değil, emeğin en küçük bir parçasından en çok verim alınması yollarını araştırmak, yani çok çalışıp emeğini de en iyi şekilde değerlendirerek en çok tatmine varmak, servete ve servet yolu ile refaha kavuşmaktır. 
Böylece, tüm ekonomik etkinliğin motoru kişisel çıkar olmaktadır. A. Smith, her yerde ve her zaman ve aynı biçimde yalnız kişisel çıkarları peşinde koşarak çaba gösteren bir insan tipi yaratmakla suçlanmıştır. Oysa Smith, kişisel çıkarları yanında insanın hareketlerini etkileyen başka unsurlar da (şeref, namus, başkasına yardım, dinî ve ahlakî düşünceler...) bulunduğunu kabul etmekte, ancak büyük çoğunluğun davranışlarına, kişisel çıkarların yön verdiğine inanmaktadır. 
Bu suretle insanlar kişisel çıkarları peşinde koşarken görünmez bir el kendilerini genel çıkarları da sağlama yoluna götürmektedir. Ekonomik kurumlar böylece kendiliklerinden doğarlar. Para bunun bir örneğidir. Değişim güçlüklerinden kurtulmak isterken insanlar bu kurumu yaratmışlardır. Kamu otoritelerinin burada işe karışması sonradır. Fiyat mekanizması bunun kendiliğinden oluşan başka bir örneğidir. 
Hedonistik temel üzerinde bireysel üretim, iş bölümü kurumu yardımı ile önemli olarak artmaktadır. Burada üretim, tüketimin gereksinmelerini, arz ve talebi otomatik olarak birbirine uyduran fiyat mekanizması sayesinde karşılamakta ve denge kurulabilmektedir. Bu mekanizma ile eğer bazı malların fiyatlarında düşüklük görülüyorsa, bu, o malların miktarının gereksinmeleri aştığının belirtisi olmaktadır. Sonuç, bu malları üreten girişim sahiplerinin kârlarının azalmasıdır. Bunlar kişisel çıkarlarını düşündüklerinden fiyatları düşmekte bulunan bu malların üretimini ya durduracaklar ya da azaltacaklardır. Bu alanda artık kullanılamayarak serbest kalan emek ve sermayeyi de, fiyatları yüksek olan (yani üretimi ve sonuç olarak arzı, gereksinmeleri karşılayacak miktarda olmayan) malların üretiminde kullanacaklardır. Böylelikle arz ve talep arasında denge kurulmakta ve kişisel çıkarların yanında, toplumun gereksinmeleri de karşılandığından, genel çıkarlar da sağlanmaktadır. 


f) Ekonomik Politika 

Bu kuramsal görüş ve ilkelerden liberal bir öğreti (doktrin) ortaya çıkar. Mekanizmanın çalışabilmesi için "Bırakınız Yapsınlar - Bırakınız Geçsinler" gerekli olur. Üretim öğeleri bir kesimden ötekisine, fiyat yelpazesine uygun olarak serbestçe geçebilmelidir. Bireysel etkinliklerin serbestçe yapılması genel çıkarları hemen sağlayacaktır. Devlet, ekonomik konularda müdahaleden sakınmalıdır. İşbölümü içeride olduğu gibi uluslararası alanda da faydalıdır. Her ülke, avantajlarından yararlanarak bazı üretim kollarında uzmanlaşmalıdır. Ülkeler arasında ticaret mutlak maliyet temeline dayanır. Bir mal bir ülkede daha düşük maliyetle üretiliyorsa, aradaki fark onun kârı olacaktır. "Bırakınız geçsinler" ilkesi uluslararası alanda uygulanmalı, dış ticarette liberal bir politika güdülmelidir.
Adam Smith ekonomik gelişmenin koşulunu sermaye birikiminde görmektedir. Düşüncesine göre koruma, sermaye yaratmaz. Mevcut sermayenin de istenilen kesimde kullanılmasını engellediği için zararlıdır. 
Böylelikle devletin etkinliği, içeride ve dışarıya karşı güvenliğin, kamu düzeninin korunması ve adaletin sağlanmasından ibaret kalmaktadır. Bireylerin kâr beklemedikleri ve ilgi göstermedikleri alanlarda devlete görev düşer. Bayındırlık işleri bunlar arasındadır. A. Smith, özel girişimin yararlı olmasını uygun sınırlar içinde rekabetin varlığında görür. Aksi halde toplumun özel girişimden zarar göreceği kanısındadır. Devletin kamu düzenini korumak düşüncesiyle, faiz oranını (%) belirleyebileceğini, posta işlerini yapabileceğini, ilköğrenimi zorunlu kılması gerektiğini söyler. 


g) Gelirlerin Üretim Öğeleri Arasında Bölüşülmesi (inkısam)

Adam Smith'e göre üç türlü gelir vardır: Ücret, kâr ve rant. 


Ücret 

Bir sözleşme ile işverenin emrine verilen ve işin sonucuna bağlı olmadan önceden saptanan emeğin bedeline ücret denir.
En düşük ücret (asgari ücret), işçinin ve ailesinin yaşaması için zorunlu olan miktarı karşılar. Bundan az ya da çok olamaz. Bu tanım, ücret sermayesine dayanır. Ücret oranı girişim sahiplerinin ücret için ayırdıkları miktar ile işçi sayısına bağlıdır. Sonuç olarak en düşük yaşama düzeyini karşılar. 


Kâr (Temettü) 

Sermayelerini üretime ayıranlarla, borç-ödünç (ikraz edenler) verenlerin gelirleri kâr (temettü) dır. Faiz, kârın bir şeklidir. Paranın değil, sermayenin geliridir. İktisadî refah artarsa, faiz oranı düşer, kâr haddi fiyat hareketlerini izlemektedir. 


Rant

Arazinin kullanılması karşılığı arazi sahiplerine ödenen bedeldir. Arazinin iyileştirilmesi giderleriyle bir ilgisi yoktur. Arazi sahibinin bir tür tekeli vardır. Onun için fazla para isterler. Rant, fiyata bağımlı olarak değişir. 
Smith, arazi sahiplerinin gelirini (rant) eleştirir. Bunlar arazilerini kendileri işlemedikleri için, gelirlerini emek dayanağından yoksun görür. Girişim sahipleri de tekel kurarak fiyatları yükseltme eğiliminde bulundukları için, kâr da eleştirme konusudur.
Smith'e göre ücret saptamasında taraflar eşit değildir. İşveren sayısı azdır. Aralarında anlaşabilirler. İşçiler uzun süre bekleyemedikleri halde, bunlar bekleyebilirler.

16.04.2014

Tam Rekabet Piyasası

tam rekabet piyasası

1.Tam Rekabet Piyasasının Özellikleri:




Tam rekabet piyasasının ayırıcı özelliği, piyasadaki alıcı ve satıcıların tek başlarına fiyatı etkileme gücüne sahip olmamalarıdır. Yani tam rekabet koşullarında firmalar bağımsız fiyat politikası güdemez. Her firma için fiyat önceden saptanmıştır ve firmalar bunu kabullenmek zorundadır. Her bir firmanın sabit fiyatla karşılaşması yatay “fiyat doğrusu” ile ifade edilir. Tam rekabet piyasasını oluşturan koşullar aşağıdaki gibidir:

Piyasada aynı malı üreten ve satın almak isteyen çok sayıda satıcı ve alıcı vardır.

Piyasada çok sayıda üretici ve satıcı firma olduğundan dolayı, bunların her birinin üretim ve satış miktarı o malın piyasadaki toplam satış miktarı içinde önemsiz bir yer tutar. Böylece bir firma satış miktarını arttırdığı veya azalttığında, hatta sıfıra indirdiğinde malın fiyatında hissedilir bir değişme olmaz. Yani her bir firma piyasa fiyatını olduğu gibi kabullenmek zorundadır. Aynı durum alıcılar için de geçerlidir. Alıcılar da çok sayıdadır. Buna göre, bunlardan herhangi birinin o maldan daha çok veya daha az satın alma kararı malın fiyatına etkilemez. Bu, “atomisite varsayımı” olarak adlandırılır.

Tam rekabet piyasasında alıcıların ve satıcıların piyasaya giriş çıkışları tamamen

serbesttir. Üretim faktörlerinin hareketliliği tamdır. Firmalar, uygun gördükleri zaman bir yerden başka bir yere, bir endüstriden başka bir endüstriye geçebilir.

Tam rekabet piyasasında üretilen veya satılan mallar homojenlik gösterir.



Bunun anlamı çeşitli firmalar tarafından piyasaya sürülen aynı tür mallar arasında kalite ve özellikler bakımından fark olmamasıdır. Örneğin müzik seti piyasasında tam rekabet söz konusu ise, her bir firmanın aynı büyüklükteki müzik setleri arasında kalite ve nitelik bakımından farklılık yoktur. Yani alıcının A firmasının ya da B firmasının malını tercih etmesi için herhangi bir neden yoktur.
Gerek alıcılar ve gerekse satıcılar piyasa hakkında tam bilgiye sahiptirler. Bu, “açıklık

varsayımı” olarak adlandırılır. Alıcı ve satıcılar piyasayı yakından ve iyice tanıdıklarından, hangi malın nerede ne fiyatla satıldığını sağlıklı olarak bilir.

Bütün bunların bir sonucu olarak, tam rekabet piyasasında hem alıcılar hem de satıcılar tek başlarına piyasayı etkileme gücüne sahip değildir.


2. Tam Rekabette Uzun Dönem Dengesinin Sonuçları




Uzun dönem denge durumunda piyasa fiyatı, kısa dönem ve uzun dönem maliyet eğrilerine bu maliyetlerin minimum olduğu noktada eşittir. Bu durum tüketici, üretici ve toplumun kısıtlı kaynaklarının kullanılışı açısından aşağıda sıralanan bazı önemli sonuçları içerir:

a. Uzun dönem dengesi sağlandığında tüketicilerin arzularına en uygun mal demeti üretilmektedir. Yani tüketicilerin kullanmayı arzu ettiği mallardan, arzu ettiği miktarda üretilmektedir. Uzun dönem dengesi sağlandığında fiyat ve uzun dönem marjinal maliyet birbirlerine eşittir. Talep veya fiyat toplumun o mala verdiği önemin bir ölçüsü sayılabilir. Uzun dönem marjinal maliyet ise o malın marjinal toplumsal maliyeti olarak kabul edilebilir. O halde bu ikisinin birbirine eşit olması toplumun arzu ettiği malın, arzu ettiği miktarda üretilmiş olması demektir.

b. Uzun dönem dengesi sağlandığında üretimin maliyeti mümkün olan en düşük düzeydedir. Bütün firmalar uzun dönem maliyet eğrisinin minimum noktasında işlevlerini sürdürmektedir. Kurulması mümkün olan değişik büyüklükteki tesislerden en uygun büyüklükte olan yani optimum kapasite kurulmuştur. Kurulan bu tesis, maliyetin en düşük olmasını sağlayacak şekilde, yani tam kapasite ile çalıştırılmaktadır. Bu, denge üretim düzeyinin kısa dönem ortalama maliyet eğrisinin minimum noktasına denk gelmesi demektir.

c. Uzun dönem denge durumunda fiyat ortalama maliyete eşittir. Ortalama maliyet mümkün olan en düşük düzeyde olduğuna göre fiyatta mümkün olan en düşük düzeydedir. Şu halde tüketiciler arzu ettikleri malı, arzu ettikleri miktarda, hem de mümkün olan en ucuz fiyata sağlayabilmektedirler.

d. Fiyatın ortalama maliyete eşit olması aşırı karın sıfır olması demektir. Uzun dönem dengesi sağlandığında hiçbir firma aşırı kar elde edemez. Başka bir deyişle üretim faktörleri üretime katkılarının normal karşılığını elde etmektedir. Bu da gelir dağılımı açısından elde edilen bir durum, tam rekabet piyasasının bir başka olumlu sonucudur.

e. Son olarak, tam rekabette reklama gereksinim duyulmaması kaynak savurganlığını önler. Tam rekabette firmalar fiyatı veri kabul eder ve bu fiyattan satabildikleri kadar mal satar. Satışı arttırmak için fiyatı düşürmek zorunda değillerdir. Şu halde reklam tam rekabette gereksizdir. Böylece kaynakların bir kısmının satış arttırıcı faaliyetlere ayrılması gerekmez.